15 Mayıs 2013 Çarşamba


Knidos – Datça

Sabah 4’e gelirken, gök gürültüsü ve şimşek çakmalarıyla uyandık Knidos’ta. Bir önceki günün anıları hala tazeyken iskelede ve güvende olduğumuzu anlayıp rahatlamamız biraz zaman aldı. Ardından, belli ki gelecek olan tufana karşı her önlemimizi aldık ve yeniden uzandık.

Lakin uyumak mümkün değil; bir önceki akşam zaten çok erken yatıp uykumuzu almışız, eeee bir de yine tepemizde gürleyen gök ve parlayan şimşekler uyumamıza  izin vermiyor. Alacakaranlık, bir de üstüne fırtına bulutları ve yağmur ekleniyor. Biz teknemizde yağmurun tepemizde çaldığı besteyi huşu içinde dinlerken bakışlarımız kesişiyor, ve biliyoruz ki ikimizin de aklından aynı şey geçiyor; böyle bir hava, böyle bir ortam ne saat dinler ne gün, yapacak bir şey yok. Ben sessizce kalkıp dolaptaki karpuzun kalan yarısını dilimlerken, sevgilim deniz kızım da iki rakı bardağı çıkarıp dolduruyor. Sabah saat 05.30, günaydın evren, günaydın aşk, günaydın Buzlu Beyaz.





Biz ikişer kadeh devirip, en güzel sabahlarımızdan birini geçirirken yağmurun resitali de yavaş yavaş yerini sessizliğe ve günün aydınlığına bırakıyor. Biz de ufaktan yola çıkmaya hazırlanıyoruz. Bir sonraki hedef Symi. Bir önceki akşam, Knidos’ta açıktan mazot satan birinden 10 litre mazot almıştık, teklif edilen 15 litreye hayır dedik, ki yarın zaten Yunanistan’da olacağız ve ucuza doldururuz depoyu diye. E mevcut mazotu da ince hesapla yeter diye düşündük, biraz rüzgar da olur sonuçta yani dedik ama demez olaydık…

Öyle olmuyor işte, evdeki hesap denize uymuyor; tam Symi önlerindeyken motor ruhunu teslim ediyor. Bunu buraya yazabilmemizi az görmeyin, zira çok utanç verici bir durum. Sen mümkün olan her mevsim ve hava şartında tekneni gideceği yere sağ salim götür, sonra da boktan 5 litre mazot için denizde kal, yani yok böyle bir şey.

Neyse, birkaç gün önce dinlediğiniz hikayede olduğu gibi, gene yelkenle motorsuz bir halde, bu sefer Datça’ya giriyoruz. Symi nispeten daha yakın ama, bu şartlarda memlekette olmanın daha iyi olacağına karar veriyoruz.

Detaylar bir yana, Datça’ya girip mazot aldıktan ve tekneyi güvenli bir şekilde Belediye İskelesi’ne bağladıktan sonra, ki burada geceliğine 39 Lira alıyorlar 10 metreye kadar olan tekneler için, elektrik ve su hariç, biraz sinirli belki, biraz da hayal kırıklığına uğramış ama yine de daha önceki her aksilik ya da planlanmamış aksiyonun sonuçlarını hatırlayarak, bakalım bu bize neyi gösterecek, Poseidon’un aklında ne vardı diyerek Datça’yı keşfe başlıyoruz. Zaten güzel bir yer, öyle olmasa Can Baba burada yaşayıp ölmezdi. Bir de ilk defa geliyoruz denebilir, denizden en azından, burayı da listeye ekleyebiliriz. O zaman sorun yok, bakalım Datçalılar rakıyı nerede içiyorlar??
Asıl rakı-balık mekanlarının Datça’nın güneybatısındaki Kargı Koyu’nda olduğu yönündeki duyumlarımıza rağmen, biraz da mecburiyetten merkezdeki imkanları test etmeye başlıyoruz. Liman civarındaki yerleri, huyumuz olduğu üzere, çok dilli menüleri ve turist merkezli anlayışları nedeniyle arkamızda bırakıp daha içeriye doğru giriyoruz.

Biraz dolaştıktan sonra, Kuzey Koyu’nda ki sanırım Kumluk Plajı diyorlar buraya, Hüsnü’nün Yeri’nde karar kılıyoruz. Masalar neredeyse denizin içerisinde (bkz. Ada balık, Fethi’nin Yeri), mavi beyaz örtüleri, salaş atmosferi ve güler yüzlü garsonlarıyla zaten kendini belli ediyor. 

                                           


Akşamı orada geçiriyoruz, yemekleri ve fiyatları gayet makul. Oldukça serin bir Datça akşamını orada geçirip erkenden teknemize gidip uyuduk. Bakalım yarın bizi neler bekliyor??!!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder