Knidos – Datça
Sabah 4’e gelirken, gök gürültüsü ve şimşek çakmalarıyla
uyandık Knidos’ta. Bir önceki günün anıları hala tazeyken iskelede ve güvende
olduğumuzu anlayıp rahatlamamız biraz zaman aldı. Ardından, belli ki gelecek
olan tufana karşı her önlemimizi aldık ve yeniden uzandık.
Lakin uyumak mümkün değil; bir önceki akşam zaten çok erken
yatıp uykumuzu almışız, eeee bir de yine tepemizde gürleyen gök ve parlayan
şimşekler uyumamıza izin vermiyor. Alacakaranlık,
bir de üstüne fırtına bulutları ve yağmur ekleniyor. Biz teknemizde yağmurun
tepemizde çaldığı besteyi huşu içinde dinlerken bakışlarımız kesişiyor, ve
biliyoruz ki ikimizin de aklından aynı şey geçiyor; böyle bir hava, böyle bir
ortam ne saat dinler ne gün, yapacak bir şey yok. Ben sessizce kalkıp dolaptaki
karpuzun kalan yarısını dilimlerken, sevgilim deniz kızım da iki rakı bardağı
çıkarıp dolduruyor. Sabah saat 05.30, günaydın evren, günaydın aşk, günaydın
Buzlu Beyaz.
Biz ikişer kadeh devirip, en güzel sabahlarımızdan birini
geçirirken yağmurun resitali de yavaş yavaş yerini sessizliğe ve günün
aydınlığına bırakıyor. Biz de ufaktan yola çıkmaya hazırlanıyoruz. Bir sonraki
hedef Symi. Bir önceki akşam, Knidos’ta açıktan mazot satan birinden 10 litre
mazot almıştık, teklif edilen 15 litreye hayır dedik, ki yarın zaten Yunanistan’da
olacağız ve ucuza doldururuz depoyu diye. E mevcut mazotu da ince hesapla yeter
diye düşündük, biraz rüzgar da olur sonuçta yani dedik ama demez olaydık…
Öyle olmuyor işte, evdeki hesap denize uymuyor; tam Symi
önlerindeyken motor ruhunu teslim ediyor. Bunu buraya yazabilmemizi az
görmeyin, zira çok utanç verici bir durum. Sen mümkün olan her mevsim ve hava
şartında tekneni gideceği yere sağ salim götür, sonra da boktan 5 litre mazot
için denizde kal, yani yok böyle bir şey.
Neyse, birkaç gün önce dinlediğiniz hikayede olduğu gibi,
gene yelkenle motorsuz bir halde, bu sefer Datça’ya giriyoruz. Symi nispeten
daha yakın ama, bu şartlarda memlekette olmanın daha iyi olacağına karar
veriyoruz.
Detaylar bir yana, Datça’ya girip mazot aldıktan ve tekneyi
güvenli bir şekilde Belediye İskelesi’ne bağladıktan sonra, ki burada
geceliğine 39 Lira alıyorlar 10 metreye kadar olan tekneler için, elektrik ve
su hariç, biraz sinirli belki, biraz da hayal kırıklığına uğramış ama
yine de daha önceki her aksilik ya da planlanmamış aksiyonun sonuçlarını
hatırlayarak, bakalım bu bize neyi gösterecek, Poseidon’un aklında ne vardı
diyerek Datça’yı keşfe başlıyoruz. Zaten güzel bir yer, öyle olmasa Can Baba
burada yaşayıp ölmezdi. Bir de ilk defa geliyoruz denebilir, denizden en azından,
burayı da listeye ekleyebiliriz. O zaman sorun yok, bakalım Datçalılar rakıyı
nerede içiyorlar??
Asıl rakı-balık mekanlarının Datça’nın güneybatısındaki
Kargı Koyu’nda olduğu yönündeki duyumlarımıza rağmen, biraz da mecburiyetten
merkezdeki imkanları test etmeye başlıyoruz. Liman civarındaki yerleri, huyumuz
olduğu üzere, çok dilli menüleri ve turist merkezli anlayışları nedeniyle
arkamızda bırakıp daha içeriye doğru giriyoruz.
Biraz dolaştıktan sonra, Kuzey Koyu’nda ki sanırım Kumluk
Plajı diyorlar buraya, Hüsnü’nün Yeri’nde karar kılıyoruz. Masalar neredeyse
denizin içerisinde (bkz. Ada balık, Fethi’nin Yeri), mavi beyaz örtüleri, salaş
atmosferi ve güler yüzlü garsonlarıyla zaten kendini belli ediyor.
Akşamı orada
geçiriyoruz, yemekleri ve fiyatları gayet makul. Oldukça serin bir Datça
akşamını orada geçirip erkenden teknemize gidip uyuduk. Bakalım yarın bizi
neler bekliyor??!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder