Okluk – Knidos
Okluk’tan henüz kuşların bile uyanmadığı ve inanılmaz bir
huzurun hüküm sürdüğü, aydınlık , pırıl pırıl muhteşem bir sabahta ayrıldık. Bir
sonraki hedefimiz olan Knidos, yaklaşık 45 mil mesafede ve 7-8 saatte
varabilmeyi planlıyoruz.
İlk iki saat kadar sabah durgunluğundaki denizde motorla
yol aldıktan sonra, hafif bir rüzgar yanaklarımızı okşamaya başlıyor. Çok geçmeden
de tam beklediğimiz şiddet ve yönde esmeye başlayınca yelkenlerimizi açıp dalgaların
üstünde kaymaya başlıyoruz. Yazın kalabalık zamanda İzmir – Çeşme otoyolunu
andırmayan Gökova Körfezi, birkaç mil açığımızdan geçen nadir bir ya da iki
tekne dışında tamamen bize ait gibi. Denizin kendi güzelliği ve azameti bir
yana, bugün güneş ve bulutların dağların doruklarında sergilediği ışık oyunları
ayrı bir güzellik katıyor resme. Biz de bu yücelik karşısında şükranlarımızı
ifade ederek kadeh kaldırmamayı günah addediyor ve kahvaltımızı vişne ve elma
sularına katılmış votka esansıyla yapıyoruz.
Birkaç saat böyle keyif ve hızla yol aldıktan sonra, garip
bir şekilde rüzgar kesiliyor, aynı anda denizdeki hafif de olsa var olan
dalgalar da yerini ayna gibi bir düzlüğe bırakıyor. İçimizden geçen malumu
ifadeye zaman bile kalmadan, kuzeyimizde Çökertme ile Bodrum arasında bir yere
gökten inen ışık sütunu ve arkasından gelen kulakları sağır edici gök gürültüsü
bizi az çok neyin beklediğini belli ediyor. Rüzgarın bile varlığıyla yokluğu
belli değilken bir gün önceki bütün hava durumu raporlarında, böyle bir şey şaşırtıyor
tabii ancak Poseidon işte; sağı solu belli olmaz ki, hazırlıklı olacaksın.
Telaşa mahal yok; önce cenovayı indiriyoruz ve yarım
yelkenle artık kendini iyice hissettirmeye başlayan rüzgarda, kabaran dalgaların
üzerinde yol alıyoruz. Umudumuz kuzeydeki hava bizi yakalamadan kaçabilmek, ama
doğayla yarışılmıyor tabii!
Yüce gücü daha fazla kızdırmayıp teslim olduğumuzu belirtmek
için motoru çalıştırıp ana yelkeni de indiriyoruz, ve arkasından bir dakika
bile geçmiyor ki;
Biraz evvel kerteriz aldığımız yaklaşık bir mil açığımızdaki
ada gözden kayboluyor, bir anlık şaşkınlıktan sonra iskele tarafına çeviriyoruz
başımızı, güneyde bütün heybetiyle yönümüzü gösteren dağları görmek için, ama
yok…Herşey sanki bir hayal ürünü… Hayatımızda ilk defa böyle bir şeye şahit
oluyoruz. Bugüne kadar gördük dediğiniz bütün sağanakları, karanlıkları unutun.
Ürkütücü olduğu kadar da büyüleyici muhteşem bir fenomen. Çevremizde yaklaşık 5
metre çapında bir alan dışında hiçbir şey yok, ya da var ama biz göremiyoruz, bütün gezegen sadece bu alandan ibaret şu an. Ve
sonra, en fazla başımızın birkaç metre üzerinde gibi gelen bir yerde gök
gürlüyor, ardından gelen yağışı tarif etmek mümkün değil. Saniyeler içerisinde
ne bizim ne de teknenin ıslanmadık yeri kalmıyor. Bir yandan da gidiyoruz
pusula yardımıyla ama tam olarak nereye gittiğimizi kestiremeden. Önümüzde bir
ışık perdesi var ama arkası nedir bilemiyoruz artık, dünyanın sonu bir kara
delik de olabilir, bir kaya parçası da. Hızımızı mümkün olduğunca düşürüyoruz
ki, bir terslik olduğunda manevra şansımız olsun diye.
Bu esnada yağmur da devam ediyor. Sanki her gök gürültüsü
gizli bir komut ve yukarıda binlerce melek ellerindeki kovaları aynı anda
üstümüze boşaltıyorlar. Dalgaların şiddeti aslında şu anda en son kaygımız
çünkü daha fenasını da görmüştük, ama bu kör seyir insanın başını döndürüyor. En
az yarım saat böyle tetikte ve gergin mücadele ettikten sonra yağmurun şiddeti
biraz da olsa azalıyor ve ufukta dağların silueti görünmeye başlıyor.
Sütliman olmasa da son bir saatte yaşadıklarımıza göre lafı
edilmeyecek şartlarda yaklaşık iki saat daha yolla, yorgun ver ıslak bir
şekilde Knidos’a giriyoruz. Vakt-i keraatimizi bu kadar geçmişken rakıya ne
kadar susadığımızdan bahsetmiyoruz bile…
Zaten tek restoran var burada , iskelesine bordadan
yanaşıyoruz. Tonoz yok burada ama demir atmaya da gerek yok. Islanmış olan her
şeyi kurumaya serip, kendimizi restorana atıyor ve buzlu beyazımızı söylüyoruz;
şükür bugün de kavuştuk…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder