Sabahın erken saatlerinde Soğuksu'da bir motor sesine uyanıyoruz. Koya günde iki kere uğrayan pancar motorlu bir balıkçı kayığı, demirlemiş teknelere bahçelerinde yetiştirdikleri meyve ve sebzelerin yanı sıra taze köy ekmeği servisi yapıyor. Başka ihtiyaçlarınız da varsa, bir önceki akşamdan söylerseniz onları da tedarik ediyorlar. Biz de siparişimiz olan sıcak köy ekmeği ile domates, salatalık ve peynir alıyoruz.
Yola çıkmadan önce bir kez daha yüzmek için kendimizi suya bırakıyoruz. Soğuksu, adını dağlardan koya akan bir kaynağın, özellikle denize döküldüğü yerde suyu buz gibi yapmasından alıyor. Kimi yerlerde de suyun altında akıntıyı hissedebiliyorsunuz; yazın son derece ılık olan suda yüzerken bir anda buz gibi bir akıntı vücudunuzu okşuyor, çok keyifli.
Sabahın erken saatleri olduğundan henüz rüzgar yok ve motorla bir sonraki durağımız olan Kalkan'a doğru yola çıkıyoruz. Ancak hayli azalmış olan rakı stoğumuz ve yolun uzunluğunu da düşününce bu durum bizi tedirgin ettiğinden yolda tedariğine karar veriyoruz. İlk düşüncemiz olan Ölüdeniz'deki yoğunluk, giriş-çıkış ve demirlemede geçecek zaman yerine Kabak Koyu'nda mola vermeye karar veriyoruz. Vardığımızda Kabak Koyu kaba dalgalı olduğundan ve taban da pek güven vermediğinden oldukça açıkta demirleyip uzun bir yüzüşten sonra karaya çıkıyoruz.
Yaklaşık üç sene önce son gördüğümüzden beri yeni bir tesis açılmış kıyıda.Aslına bakarsanız bakir ve güzelim koyu mahvetmişler de diyebiliriz. Burada her türlü imkan var ancak marketlerinde rakı satmadıkları için bardan 44 liraya bir 35'lik alıp onuda torbaya atıp, bileğimize bağlayıp bizi dibe çeken mavi kabak sularında teknemize dönüyoruz. Kabak Koyundan çıktıktan sonra bugüne kadar ki en iyi hava bizi karşılıyor. Kuzeyliyi arkamıza alıp her iki yelkeni de basarak en keyifli seyirlerimizden birini yapıyoruz.
Yaklaşık 4 saat yelken seyriyle, oldukça yorgun ve biraz buz bitmesi paniği de yaşayarak Kalkan'a varıyoruz. Kalkan'da geceliği 40 liraya belediyenin marinasında demirleyebiliyorsunuz.
Kalkan, dar ve yokuşlu sokakları, ve bozulmamış mimarisiyle çok şirin bir yer ancak içerisinde göze çarpan bir yer olmasa da çevresinde yer alan çok sayıda turistik tesisin etkisiyle tüccar zihniyetinin hakim olduğu, şişirilmiş fiyatlar ve ısrarcı servisten rahatsızlık duyulan bir yer. İlk olarak oturduğumuz Sunset isimli mekana fazla tahammül edemeyip 3 meze ve 35'lik rakıya 120 lira ödeyerek kalkıyoruz. Canımız sıkkın ama bir misyonumuz var; illa ki burada da bize hitap eden, lezzetli yemekleri ve taze mezesi olan salaş bir yer vardır. Ve evrene olan rakısal sadakatimiz yine ödüllendiriliyor, esnafa ve sokaktaki insanlara sorarak İstanbul Restaurant'ı buluyoruz.
Begonvillerle çevrili salaş ama çok temiz bir yer. Mezeleri taze, levrek harika; yediklerimizin içinde en iyilerinden biri, hatta resim gibi ve insanlar da ayrı bir güzel.
Mutlaka gidilmesi gereken bir yer. Muhteşem zaman geçirip bir 35'likle daha vedalaştıktan sonra kalkıyoruz. Bu saatte artık Kalkan sokakları iyice kalabalıklaşmaya başlıyor. Yorgun geçen günün sonundaki rakı keyfiyle ve yumuşak Akdeniz akşamının da etkisiyle daha da hafifleyen ruhlarımızı tekneden önce son bir içki için Coast Bar'a taşıyoruz. Çok keyifli bir Mojito - Long Island Ice Tea düetinin ardından mutlu bir şekilde uyumak üzere teknemize dönüyoruz.
'Bu rakı var ya bu rakı
Seninle içerken güzel
Kimler olursa olsun varsın
Rakılı ağzından öpmek en güzel'
Aziz Nesin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder